top of page
Ara

BAHT UTANSIN !

Yazarın fotoğrafı: NergisNergis

-"Toplanın hadi artık, adam ağaç oldu yahu!" dedi titremekli bir ses, bu gür sesli ağabeylerinin ismi Yusuf'tu.

Birer ikişer derken birkaç dakika içinde gençler ağabeylerinin önünde diz kırıp oturmuş, her biri gözleriyle ağabeylerine sessizce "anlat" naraları atıyor, sessizlik ardı arkası kesilmeyen çığ misali büyüyordu. Bu gece farklıydı, bu gece o her zamanki okumalarını yapıp evlerine dağılmayacaklardı, kimileri Erdem ağabeylerinin evinde, kimileri Cebeci'de kabristanın girişine oturmuş, okuyandan aynı satırları işitiyorlardı.

Zayıf bedenine rağmen gür çıkan sesiyle Erdem, günün makalesini okumaya başladı:

-"Hepimizin bildiği, yine de çoğumuzun unutur göründüğü bir gerçeği hatırlatmanın tam zamanıdır. Milletimizin düşmanları hem sayıca çokturlar, hem de güçlüdürler. Nasıl bir dünyada yaşadığımızı düşünürken aklımızdan hiç çıkmaması gerektiği halde, düşmanlarımızın varlığını ve gücünü hesaba katmıyor gibiyiz. Unuttuklarımız arasında, varlığımızın başlıca şartı saydığımız "Milli Birlik ve Beraberlik" en başta geliyor. Üzücü de olsa itiraf etmeliyiz:

Türk milleti, hele son yıllarda, birbirini adetâ düşman sayan zümrelere ayrılmıştır. Çekişmekle, sövüşmekle yetinmiyoruz, hatta dövüşüyoruz. Hem yalnız yumruklarımızla değil, sopalarımızla, bıçaklarımızla, tabancalarımızla dövüşüyoruz. Her gün yeni bir belirtisi ile karşılaştığımız bu durumun demokrasi çağının vazgeçilmez sonuçlarından biri gibi düşünülmesine imkân yoktur. Demokrasi, hürriyet ve değerli sayılan diğer bütün mefhumlar, milletimizin yükselmesine ve güçlenmesine yardım ettikleri sürece saygı görürler. Fakat nifak tohumlarının yeşermesine müsait bir zemin haline gelirlerse, itibarını yitirmekten kurtulamazlar. Fikir ayrılıklarının düşmanlığa dönüşmesine izin verilmez. Milletin varlığını kıyamete değin sürdürmek ülküsü cümle hakların üstünde kutsal bir vazifedir. Milletin hayrına olacaksa, aslında nefsimizin tatmin edilmesine yarayan ve kitaptan çıkıp hayata girince mânâsından daima uzaklaşan hürriyetlerimiz için direnmek hüner değildir. Kimse gücenmesin, açık söylerim: Dövüşmeye devam edeceksek, aynı millete mensubiyetin hazzını paylaşacak yerde, bir kin denizinde hep birlikte boğulacaksak, hırsımızı doyurmak için süslediğimiz nutuklar en kestirme yoldan cehennem seferine başlamalıdırlar. Bir millet ancak sınır boylarında dövüşür, vatanının, imânının, soyunun düşmanlarına karşı dövüşür. Kardeş kavgası başlarsa kimin haklı olduğunu araştırmanın bile bir değeri kalmaz. Milliyetçilik iddiasını güdenler, kendi hesaplarına zararlı sonuçlar verse de, gittikçe büyüyen düşmanlığı önlemeğe mecburdurlar. Doğruluğu şüpheli ucuz hükümlerin peşine takılmak, «millete fenalık edenlerle dövüşüyoruz» demek, hatâların bağışlanmasına yetmez. Doğrudur, Türklüğe kötülük edenlerle elbette dövüşülecektir. Ama neyin, hangi fikrin ve nasıl bir davranışın kötülük olduğunu, hiç kimse keyfine göre tespit edemez. Türklüğe kötülüğün gerçek ölçüsü, çağımız şartlarının Türk gözüyle incelenmesinden, üç bin yılık tarihimizin emrettiği icaplardan, dünyadaki yerimizin mânâsını bilmekten doğacaktır. Sayısız denemelerle anlaşılmıştır ki, bir milletin bütün fertlerini aynı şekilde düşündürmek asla mümkün değildir. Fikir ayrılıklarına sadece münakaşa etmek hakkı tanınır. Hiç kimse, kendisinden ayrı bir görüşe inandığı için bir başkasının yaşamak hakkını tehdit edemez. Yeter ki, değişik fikirler arasında milletin varlığına kastedenler bulunmasın.Kendimizi millet saymak ve bize zarar veren fikirler ezilmezse milletin yıkılacağını öne sürmek, eğer aptallık değilse, mutlaka ihanettir.

Türk  milletini sevmekte  birleşenler birbirlerini sevmekte birleşmeğe de mecburdurlar. Aksi takdirde millet sevgileri kimsenin inanmayacağı boş bir laftan ibaret kalır. Biliyoruz birbirimizi sevmemiz gerektiğinin yazılması kolaydır, fakat uygulanması güçtür. Yine de dünya nimetlerine erişmek hırsının kışkırttığı nefsimizi yenmemizin yollarını aramalı, davranışlarımızın hesabını önce kendimize vermeliyiz. Kavganın devam etmemesi, millî birlik ve beraberlik şuurunun tam bir hakimiyet kazanması milletimiz için bir varlık şartıdır. Tarihe bakınız, artık yalnız adlarını hatırladığımız milletleri düşününüz. Hepsinin içlerinden yıkıldığını, önce birbirleriyle dövüşmeye başladıklarını, nihayet düşmanlarına yem olduklarını göreceksiniz. Buna karşılık, bugün izahında bile güçlük çektiğimiz büyük başarıların sahipleri, diğer üstünlüklerinden daha çok, birbirlerini sevmenin muhteşem gücünden yararlanmışlardır. Yine, içtimaiyatçıların ortaya koyduğu bir gerçeği daima hatırlamalıyız: Bir milletin mensupları birbirlerini sevdikleri sürece düşmanlarına karşı uyanık olurlar. Birbirlerini sevmedikleri vakit, tehlikeyi görmek imkânını, hasmı ezmek gücünü kaybederler. Belki yüksek hayallerimize gölge düşürür ama birbirlerini seven kimselerden meydana gelmiş milletlerin diğer milletlerden hiç hoşlanmadıkları ve bu durumun milletin faydasına olduğu da içtimaî ilimlerin bir hükmüdür. Savaşlarda millî şuurun güçlenmesi de bu yüzdendir. Birbirimizi sevmediğimiz vakit, diğer milletleri sevmeğe başlarız, fikrimizi paylaşmış görünen bir yabancıyı milletdaşımızdan üstün tutarız. Başkalarının kavgasını benimser, çok defa farkına varmadan yabancı ideolojilerin hizmetine girer, düşmanın zaferi uğruna öz kardeşlerimizin kanını akıtırız. Böylece ihanet çukuruna düşeriz. Yarın, kaçınılmaz hesap günü geldiğinde, şehitler yüzümüze tükürecektir."

Son olarak her zamanki gibi "Tanrı Türk'ü korusun." dedi ve kitabı kapattı Erdem. Daha öncesinde Erdem ağabeylerinin okumalarına aşina olan gençler usul usul yere bakıp, dokunsalar artık daha fazla tutamayacakları göz yaşlarını gizlemeye çalışırken, ilk defa gelenler muazzam bir şaşkınlık içerisinde içerideki matemi anlamaya çalışıyorlardı. İçlerinden yaşça en ufak oğlanın birisi söz alıp ayağa kalktı:

-"Ben en çok bunu sevdim Erdem ağabey, belki diğer ağabeylerim gülecek, sen ne anlarsın diyecekler ama ben çok sevdim bunu, bunu yazanı da görmüştüm ben, çikolata vermişti bana, o da çok severmiş, bir keresinde de beraber yemiştik, o niye gelmedi ?"

Daha fazla kendini durduramayan gençler şimdi boncuk boncuk akıtıyordu gözyaşlarını. Vakti zamanında bunları yazan o kıymetli insanı da güç bela konuşturmak mümkün olunca, gençler ağzından girip burnundan çıkarak bir şekilde anlattırırlardı, ağabeyleri onları, onlar ağabeylerini çok sever, iki taraf da birbirinin adeta can evi olurdu.

-"O ağabeyimiz biraz uzaklara gitti Ali'm." dedi Erdem. "Ama bak ardından bunu bıraktı bizlere, bana soracak olursan gelmedi diyemeyiz."

Cam gibi bana gözleriyle akıllı akıllı başını sallayıp oturdu Ali, tüm büyüklerin üzerinde bir ölü toprağı vardı. Cebeci asri mezarlığında bazı gençler ağabeyleri ile dertleşiyor, gözlerindeki damlalar toprağa düştükçe dualar ediliyor, sigaralar bittikçe yenileri sarılıyor, çakmak elden ele geziyordu. Yılın zemherisi 14 Mart'ın gecesi vurmuş, gönlü buruk giden ağabeylerinin ardından da bahar bir daha Cebeci'ye uğramaz olmuştu...

"Bize sevmeyi ve sevilmeyi öğreten Galip ağabeyim anısına, ruhun şad olsun ağabeyim..."

53 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

ARAF

Önkuzu

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
Yazı: Blog2_Post
bottom of page